Bakara Sûresi 133. Ayet

اَمْ كُنْتُمْ شُهَدَٓاءَ اِذْ حَضَرَ يَعْقُوبَ الْمَوْتُۙ اِذْ قَالَ لِبَن۪يهِ مَا تَعْبُدُونَ مِنْ بَعْد۪يۜ قَالُوا نَعْبُدُ اِلٰهَكَ وَاِلٰهَ اٰبَٓائِكَ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ اِلٰهاً وَاحِداًۚ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ  ١٣٣

Yoksa siz Yakub’un, ölüm döşeğinde iken çocuklarına, “Benden sonra kime ibadet edeceksiniz?” dediği, onların da, “Senin ilâhına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilâhı olan tek bir ilâha ibadet edeceğiz; bizler O’na boyun eğmiş müslümanlarız.” dedikleri zaman orada hazır mı bulunuyordunuz?
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَمْ yoksa
2 كُنْتُمْ siz ك و ن
3 شُهَدَاءَ şahit miydiniz ش ه د
4 إِذْ zaman
5 حَضَرَ geldiği ح ض ر
6 يَعْقُوبَ Ya’kub’a
7 الْمَوْتُ ölüm hali م و ت
8 إِذْ o zaman
9 قَالَ (Ya’kub) dedi ki ق و ل
10 لِبَنِيهِ oğullarına ب ن ي
11 مَا neye
12 تَعْبُدُونَ kulluk edeceksiniz ع ب د
13 مِنْ
14 بَعْدِي benden sonra ب ع د
15 قَالُوا dediler ki ق و ل
16 نَعْبُدُ kulluk edeceğiz ع ب د
17 إِلَٰهَكَ senin ilahına ا ل ه
18 وَإِلَٰهَ ve ilahına ا ل ه
19 ابَائِكَ ataların ا ب و
20 إِبْرَاهِيمَ İbrahim
21 وَإِسْمَاعِيلَ ve İsma’il
22 وَإِسْحَاقَ ve İshak’ın
23 إِلَٰهًا ilahına ا ل ه
24 وَاحِدًا tek و ح د
25 وَنَحْنُ ve biz
26 لَهُ O’na
27 مُسْلِمُونَ teslim olanlarız س ل م
 

اَمْ كُنْتُمْ شُهَدَٓاءَ اِذْ حَضَرَ يَعْقُوبَ الْمَوْتُۙ

اَمْ  munkatıadır. بل  ve hemze manasındadır. 

İsim cümlesidir. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’ nin ismi olarak mahallen merfûdur. شُهَدَٓاءَ  kelimesi  كان ’ nin haberi olup fetha ile mansubdur. 

شُهَدَٓاءَ  kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.

اِذْ  zaman zarfı  شُهَدَٓاءَ ’ye mütealliktir.  حَضَرَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

حَضَرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. يَعْقُوبَ  mukaddem mef’ûlun bih olup, gayrı munsarif olduğu için tenvin almamıştır. الْمَوْتُ  fail olup damme ile merfûdur. 

(اَمْ )Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini ta’yin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl  اَمْ . Munkatı  اَمْ  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

(إِذْ) : Yanlız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Öncesine mahzuf bir cümle takdir edilmek sûretiyle, اَمْ  edatı muttasıladır. Sanki şöyle denilmiş olmaktadır: Siz peygamberlerin Yahudi olduğunu mu iddia ediyorsunuz yoksa Ya‘kūb’a ölüm geldiğinde siz görgü tanığı mıydınız? Yani ilk atalarınız olan İsrailoğulları, Ya‘kūb’un evlatlarının tevhid inancı ve İslâm dini üzere olmasını isterken görgü tanığı idiler. Siz de bunu pekala biliyorsunuz, o halde, hangi gerekçe ile, son derece berî oldukları bir şeyi peygamberler hakkında iddia edebiliyorsunuz? Veya ayetin başındaki اَمْ munkatı‘adır. Yani بَلْ ve hemze ’den oluşmakta; önceki haberden dönerek yeni bir duruma yönelmeyi ifade etmektedir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

 اِذْ قَالَ لِبَن۪يهِ مَا تَعْبُدُونَ مِنْ بَعْد۪يۜ

اِذْ  zaman zarfı, ilk geçen  اِذْ ’den bedel olarak mahallen mansubdur. قَالَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لِبَن۪ي  car mecruru  قَالَ  fiiline mütealliktir. İzafetten dolayı  نَ  düşmüştür. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Mekulü’l kavl  مَا تَعْبُدُونَ مِنْ بَعْد۪ي  ‘dir. قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahalllen mansubdur.

مَا  istifham ismi, mukaddem mef‘ûlün bih olarak mahallen mansubdur. تَعْبُدُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ بَعْد۪ي car mecruru  تَعْبُدُونَ  fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri  ى  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا تَعْبُدُونَ [Neye, hangi şeye ibadet edeceksiniz?] ifadesindeki  مَا  genel anlamlı bir edattır. Bu bilindiğinde, مَا  ile  ْمنْ  arasındaki fark da bilinir; âlimlerin; منْ, akıllılar için kullanılır” sözü delildir. Eğer  منْ تَعْبُدُونَ  denilseydi, [putlardan] sadece ilim sahiplerini kapsardı. مَا تَعْبُدُونَ  sözüyle, “mabudun sıfatından sual edilmektedir” denilmesi de caizdir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

 

قَالُوا نَعْبُدُ اِلٰهَكَ وَاِلٰهَ اٰبَٓائِكَ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ اِلٰهاً وَاحِداًۚ

 

Fiil cümlesidir. قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

Mekulü’l kavl  نَعْبُدُ اِلٰهَكَ  cümlesidir. قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahalllen mansubdur. نَعْبُدُ  damme ile merfû muzari fiildir. Fail müstetir olup takdiri  نحن ’dur. اِلٰهَكَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِلٰهَ  atıf harfi وَ ‘ la makabline matuftur. Aynı zamanda muzâftır. اٰبَٓائِكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِبْرٰه۪يمَ  kelimesi  اٰبَٓائِكَ ’den bedel olup fetha ile mecrurdur. اِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ  atıf harfi وَ ‘ la  اِبْرٰه۪يمَ  ‘e matuftur.

اِلٰهاً  kelimesi  اٰبَٓائِكَ ’den bedel olup fetha ile mansubdur. وَاحِداً  kelimesi  اِلٰهاً ’in sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ

Cümle  نَعْبُدُ  ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur. 

İsim cümlesidir. وَ  haliyyedir. İtiraziyye olması da caizdir. Munfasıl zamir  نَحْنُ  mübteda olarak mahallen merfûdur. لَهُ  car mecruru haber olan  مُسْلِمُونَ 'ye mütealliktir. 

مُسْلِمُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُسْلِمُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اَمْ  munkatıadır. بل  ve hemze manasındadır
 

اَمْ كُنْتُمْ شُهَدَٓاءَ اِذْ حَضَرَ يَعْقُوبَ الْمَوْتُۙ اِذْ قَالَ لِبَن۪يهِ مَا تَعْبُدُونَ مِنْ بَعْد۪يۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetteki  اَمْ , inkâri hemze ve  بل  manasında munkatıadır.

Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Tasavvurî olan istifham, gerçekte cevap beklenen bir soru olmayıp inkârî manaya geldiği için cümle mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu sebeple istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

َْاَمْ  edatının başındaki hemze o işin yadırgandığını gösterir.

اِذْ  zaman zarfı, شُهَدَٓاءَ ’ye mütealliktir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan  حَضَرَ يَعْقُوبَ الْمَوْتُ cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhidir. 

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan  يَعْقُوبَ , ihtimam için  الْمَوْتُ ‘ya takdim edilmiştir.

شُهَدَٓاءَ - حَضَرَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

حَضَرَ يَعْقُوبَ الْمَوْتُ  ibaresinde istiare vardır. Ölüm, geldiği ortamı etkisi altına alan canlı bir varlığa müstear olmuştur. Aralarındaki benzerlik yani cami, her ikisindeki etki kabiliyetidir. Ayetteki hakiki manadan mecazi manaya geçişin sebebi, ölümün insan hayatında en önemli an olduğunu ifade etmektir. İstiare hakiki manaya hususi bir parlaklık katar. Böylece muhatabın hayal gücünün harekete geçmesi sağlanır. Bu zihnî hareket; şaşırtıcı olduğu ölçüde muhatabı etkisi altına alır. 

اِذْ , ilk zaman zarfı  اِذْ ’den bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan  قَالَ لِبَن۪يهِ مَا تَعْبُدُونَ مِنْ بَعْد۪ي  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَا تَعْبُدُونَ مِنْ بَعْد۪ي  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olarak gelmiştir. İstifham harfi  مَا , mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  تَعْبُدُونَ مِنْ بَعْد۪ي  cümlesi, haberdir. Haberin muzari fiil sıygasında gelmesi cümleye hükmü takviye, istimrar teceddüt ve tecessüm anlamları katmıştır.

Hz. Yakub (a.s) oğullarına: ‘Benden sonra neye tapacaksınız’’ diye sormuştur. Esas olması gereken vasiyeti yapmıştır. Burada sorunun  مَنْ  yerine  ما  ile sorulması onlardan iyi bir cevap beklemediğinin göstergesidir. Kime tapacaksınız değil neye tapacaksınız  demiştir. Bu çocuklar Yakup’un çocuklarıdır, Yusuf’a (a.s) yaptıklarından sonra tövbe edip iyi müslümanlar olarak Mısır’da yaşamışlardır. Ama Yakup (a.s) hala onlardan emin değildir, çünkü hidayet ebeveynlik ilişkisiyle garanti altında değildir. Hidayeti ancak Allah verir.

شُهَدَٓاءَ  kelimesi “hazır bulunan” anlamındaki  شهيدَ  kelimesinin çoğuludur. Yani, [Yakub’a ölüm gelip son nefesini verirken siz orada hazır bulunan görgü tanıkları değildiniz.] Hitap müminlere olup, “Siz buna tanık olmadınız. Bu konudaki bilginiz vahiy yoluyla gerçekleşti” denilmek istenmiştir. Hitabın Yahudilere olduğu da söylenmiştir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t - Te’vîl)

اَمْ  ya istifham ya da atıf harfi manasındadır. Bu harf atıf harflerinden او  harfine benzer ve iki şekilde gelir. Muttasıl veya munkatı olabilir.

Muttasıl olan şöyle gelir: أَ زَيْدٌ عِنْدَكَ اَمْ عَمْرٌو (Yanında Zeyd mi var Amr mı var.) Yani ‘’ben, bu ikisinden birisinin senin yanında olduğunu biliyorum. Fakat şu mu, bu mu?” demektir.

Munkatı’ olana gelince, nahivciler bu harfin  بل  anlamına geldiğini söylemişlerdir. انها لابل ام شاة (O, muhakkak ki bir devedir... yok, yok koyun galiba!) dediğinde, sanki bu sözü söyleyenin gözü bazı nesnelere takılmış da, o onların deve olduğuna karar vermiş; bu zannı üzerine de onların deve olduğunu haber vermiş... Sonra, ona bir şüphe geldiği için, bu haberinden vazgeçmek ve onların koyun olup olmadığını sormak istemiştir. Önceki haberinden vazgeçmesi, بل  harfinin ifade ettiği manadır. Onların koyun olup olmadığını sorması ise, istifham hemzesinin ifâde ettiği manadır.

Bu ayetteki  ام muttasıldır. Bunun izahı, bundan önce düşmüş olan bir ifade takdir etmektir. Burada sanki şöyle denilmektedir:  تَدَّعُونَ عَلَى الْاَنْبِيَاءِ الْيَهُودِيَّةِ اَمْ كُنْتُمْ شُهَدَاءَ اِذْ حَضَرَ يَعْقُوبَ الْمَوْتُ . Yani, “Sizin atalarınız olan daha önceki İsrailoğulları, Hz. Yakub, oğullarını İslâm milletine ve tevhîde davet ettiği zaman buna şahid olmuşlardı.. Bunu siz de biliyorsunuz.. Öyleyse size ne oluyor da, peygamberlere berî oldukları şeyleri isnad ediyorsunuz?.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Öncesine mahzuf bir cümle takdir edilmek sûretiyle, اَمْ  edatı muttasıladır. Sanki şöyle denilmiş olmaktadır: Siz peygamberlerin Yahudi olduğunu mu iddia ediyorsunuz yoksa Ya‘kūb’a ölüm geldiğinde siz görgü tanığı mıydınız? Yani ilk atalarınız olan İsrailoğulları, Ya‘kūb’un evlatlarının tevhid inancı ve İslâm dini üzere olmasını isterken görgü tanığı idiler. Siz de bunu pekala biliyorsunuz, o halde, hangi gerekçe ile, son derece berî oldukları bir şeyi peygamberler hakkında iddia edebiliyorsunuz? Veya ayetin başındaki  اَمْ  munkatı‘adır. Yani  بَلْ  ve hemze ’den oluşmakta; önceki haberden dönerek yeni bir duruma yönelmeyi ifade etmektedir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

قَالُوا نَعْبُدُ اِلٰهَكَ وَاِلٰهَ اٰبَٓائِكَ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ اِلٰهاً وَاحِداًۚ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُٓوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  نَعْبُدُ اِلٰهَكَ وَاِلٰهَ اٰبَٓائِكَ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ اِلٰهاً وَاحِداً  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

[Atalarının ilahı] dedikten sonra ataların İbrahim, İsmail ve İshak şeklinde sayılması hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır. Ayrıca  اٰبَٓائِكَ  lafzını takiben isimlerinin tek tek sayılmasında, cem mea’t-taksim sanatı vardır.

Cümlede önemine binaen üç defa geçen  اِلٰهَ  kelimesinde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Atalarının isimlerini yücelterek İbrahim, İsmail, İshak olarak atf-ı beyan şeklinde gelişi;  ıttırad sanatının güzelliklerindendir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

اِبْرٰه۪يمَ - اِسْمٰع۪يلَ - اِسْحٰقَ  ve  نَعْبُدُ - اِلٰهَ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

قَالُو - قَالَ  ve  تَعْبُدُونَ - نَعْبُدُ  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Gelen cevap: “Senin ilahın ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilahı olan tek bir ilaha ibadet edeceğiz” şeklindedir.

Oğullar hangi ilaha kulluk edeceklerini ifade ederken birçok peygamberin ilahını sayarak istiksâ, yani bir konuyu teferruatıyla ifade etmek sanatını kullanmışlardır. İstiksâ kelimesi, uzaklaşmak manasındaki قصو  fiilinin türevidir. Yâ-Sîn/20 ve Kasas/20 de geçen şehrin uzağından koşarak gelen adam ifadesinde de aynı kelimenin türevi vardır.

اٰبَٓائِكَ [Babaların] kelimesi amca, baba ve dedeyi kapsar. Dede İbrahim (a.s.), amca İsmail (a.s.), baba ise İshak (a.s.)'dır. Burada tağlîb sa­natı vardır. Bu sanat, fasih kelamda bilinen mecazlardandır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 

Bu ayette  اِلٰهَ  isminin tekrarlanması, cer edatı yeniden zikredilmeksizin mecrur olan zamir üzerine atıf yapılması içindir. (Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰق  [İbrahim, İsmail ve İshak], öncesindeki  اٰبَٓائِكَ [ataların] kelimesinin atf-ı beyânıdır. Aslında amcası olduğu halde Hazret-i İsmail’i de ataları arasında saymıştır. Çünkü aynı ipe -ki bu kardeşliktir- bağlı olmaları sebebiyle amca babadır, teyze de anne; aralarında bir fark yoktur. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl) 

وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ 


وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُون  cümlesi, mekulü’l-kavle وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir.

Cümlenin  نَعْبُدُ  fiilinin failinden hal olması da caizdir.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَهُ , ihtimam için amili olan  مُسْلِمُونَ ’ye takdim edilmiştir. 

Müsned olan  مُسْلِمُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ebû Hayyân, bu ayetteki cümlede ism-i fâ‘ilin sübût anlamına delalet eden bir haber cümlesi olduğunu, çünkü Allah’a boyun eğme (itaat etme) nin devamlı bir fiil olduğunu söylemiştir. (Mehmet Yenice,Sıfat-ı Müşebbehe Ve Mübâlağa Vezinleri)