وَوَهَبْنَا لَهُ مِنْ رَحْمَتِنَٓا اَخَاهُ هٰرُونَ نَبِياًّ
Meryem sûresinin dördüncü kıssası Ya‘kub aleyhisselâmın soyundan gelen Hz. Mûsâ’nın kıssasıdır. Hz. Mûsâ İsrâiloğulları’na gönderilmiş olup, “ülü’l-azim” tabirini büyük peygamberler (daha çok beş büyük peygamber) anlamında kabul edenlere göre o da bu gruptaki peygamberlerden biridir (ayrıca bk. Ahkaf 46/35). Hz. Mûsâ’nın özelliği olarak gerçek ve “ihlâslı” diye tercüme ettiğimiz muhlas kelimesi, “seçilmiş, özel bir yakınlıkla tanınmış kişi” anlamlarına da gelmektedir (İbn Âşûr, XVI, 127). Yüce Allah, kendisiyle konuşmak için insanlar arasından Hz. Mûsâ’yı seçtiği ve peygamber olarak görevlendirdiği için onu bu sıfatla nitelendirdiği düşünülebilir. A‘râf sûresinin 144. âyeti de bu anlamı desteklemektedir. Muhlis şeklindeki kıraate göre bu kelime, “ibadeti yalnız Allah için yapan, O’na tahsis eden” mânasına gelir. Bu da Hz. Mûsâ’nın Allah’a kulluktaki samimiyet ve ihlâsını ifade eder. 41. âyetin tefsirinde, kendisine kitap indirilmiş olan peygambere hem resul hem de nebî denildiğine dair bilgi verilmişti. Hz. Mûsâ’ya Tevrat indirilmiş olduğu için burada ona hem resul hem de nebî denilmiştir. Hz. Mûsâ’ya ilâhî çağrının geldiği ifade buyurulan Tûr, Ürdün ile Mısır arasında yer alan Sînâ yarımadasındaki bir dağın adıdır. “Tûr’un sağ tarafı”ndan maksat ise Hz. Mûsâ’nın yüzünü Tûr dağına döndürdüğünde bulunduğu yerin sağ tarafıdır. Zira dağın sağı veya solu olmaz. Yüce Allah Tûr’da Hz. Mûsâ ile vasıtasız olarak konuştuğunda Mûsâ’ya göre dağın sağ tarafından seslenerek konuşmuştur (bk. Taberî, XVI, 94). Başka bir görüşe göre ise “sağ taraf” diye tercüme ettiğimiz eymen kelimesi “bereketli” (mübarek) anlamına gelmektedir (Şevkânî, III, 380). Buna göre Allah Teâlâ Hz. Mûsâ’ya Tûr’un bereketli tarafından seslenerek onunla konuşmuştur. Hz. Mûsâ’nın yaklaştırılmasını, “Mûsâ maddî olarak Tevrat’ın levhalara yazıldığı yere o derece yaklaştırıldı ki kalemin cızırtısını işitti” şeklinde tefsir edenler varsa da “Allah onu mânevî makam bakımından kendisine yaklaştırdı” diye tefsir edenler de vardır ve bu mâna daha uygun görünmektedir (Râzî, XXI, 231; Şevkânî, III, 380). İbn Âşûr da bu yaklaştırmanın “vahyetmek” anlamında mecaz olduğunu ifade etmiştir (XVI, 128). Bir kutsî hadiste kulun Allah’a farz ve nâfile ibadetlerle nasıl yaklaştığı ve sonunda bu yaklaşmanın ruh ahlâk yüceliği olarak nasıl sonuçlar verdiği açıklanmıştır. Kul ile Allah arasındaki yakınlaşmayı te’vilsiz fakat maddîleştirmeden anlayıp yorumlamak bize göre daha uygundur. Yüce Allah Hz. Mûsâ’ya, Firavun’a gidip İsrâiloğulları’nı serbest bırakmasını ondan istemelerini emrettiğinde Hz. Mûsâ kardeşi Hârûn’u da peygamber ve kendisine yardımcı olarak görevlendirmesi için Allah’a dua etti (Tâhâ 20/29-32). Allah Teâlâ onun duasını kabul ederek kardeşini de peygamber olarak görevlendirdi ve onun yanına yardımcı olarak verdi. Mûsâ aleyhisselâmın dilindeki tutukluğa mukabil Hârûn açık ve güzel konuşurdu (krş. Tâhâ 20/25-32; Kasas 28/34). Hz. Mûsâ’nın insanlara tebliğ etmek istediklerini o tebliğ eder ve bulunmadığında ona vekâlet ederdi (Mûsâ ve Hârûn hakkında bilgi için bk. Bakara 2/49-59; Tâhâ20/30 vd.; Kasas 28/3 vd.).
Kuran Yolu Tefsiri
وَوَهَبْنَا لَهُ مِنْ رَحْمَتِنَٓا اَخَاهُ هٰرُونَ نَبِياًّ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. وَهَبْنَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
لَهُ car mecruru وَهَبْنَا fiiline müteallıktır. مِنْ رَحْمَتِ car mecruru وَهَبْنَا fiiline müteallıktır. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَخَاهُ mef’ûlun bih olup harfle îrab olan beş isimden biri olup nasb alameti eliftir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
هٰرُونَ kelimesi اَخَاهُ ’den bedel veya atf-ı beyan olup fetha ile mansubdur.
هٰرُونَ kelimesi gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَبِياًّ kelimesi اَخَاهُ ’nun hali olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). Burada müfred haldir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَوَهَبْنَا لَهُ مِنْ رَحْمَتِنَٓا اَخَاهُ هٰرُونَ نَبِياًّ
Atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki …وَقَرَّبْنَاهُ cümlesine atfedilen ayet, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi sıygada gelen fiil, azamet zamirine isnad edilerek tazim edilmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
وَهَبْنَا - رَحْمَتِنَٓا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Veciz anlatım kastıyla gelen رَحْمَتِنَا izafetinde رَحْمَتِ kelimesinin azamet zamirine izafesi, onun şeref ve itibarının yüksekliğini gösterir.
Ayetin وَوَهَبْنَا لَهُ مِنْ رَحْمَتِنَٓا kısmı 50. ayetin başlangıcı ile zamir farkı dışında aynıdır. Bu ayetler arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
وَوَهَبْنَا لَهُمْ مِنْ رَحْمَتِنَا ibaresinde hibenin mef’ûlü zikredilmemiş, hibe edilen şeyin umumi ve azim olduğuna delalet için rahmet şeklindeki masdar zikredilmiştir. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i Meryem, s. 211)
مِنْ رَحْمَتِنَٓا ibaresindeki مِنْ sebebiyye veya ba'diyedir. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i Meryem, s. 217) “Ona rahmetimizden bağışladık.” ifadesi, rahmetimizden dolayı yahut rahmetimizden birazını verdik demektir.
هٰرُونَ , ismi اَخَاهُ kelimesinden atf-ı beyan veya bedeldir. Acem-i alem olması sebebiyle tenvin almamıştır.
نَبِياًّ kelimesi, اَخَاهُ nun hali olarak mansubdur. Itnâb babındandır.