وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ اِلَّا رِجَالاً نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ مِنْ اَهْلِ الْقُرٰىۜ اَفَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ وَلَدَارُ الْاٰخِرَةِ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ اتَّقَوْاۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا |
|
|
2 | أَرْسَلْنَا | göndermedik |
|
3 | مِنْ |
|
|
4 | قَبْلِكَ | senden önce |
|
5 | إِلَّا | başka |
|
6 | رِجَالًا | erkeklerden |
|
7 | نُوحِي | vahyettiğimiz |
|
8 | إِلَيْهِمْ | kendilerine |
|
9 | مِنْ | -dan |
|
10 | أَهْلِ | halkın- |
|
11 | الْقُرَىٰ | kentler |
|
12 | أَفَلَمْ |
|
|
13 | يَسِيرُوا | hiç gezmediler mi? |
|
14 | فِي |
|
|
15 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
16 | فَيَنْظُرُوا | görsünler |
|
17 | كَيْفَ | nasıl |
|
18 | كَانَ | olduğunu |
|
19 | عَاقِبَةُ | sonunun |
|
20 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
21 | مِنْ |
|
|
22 | قَبْلِهِمْ | kendilerinden önceki |
|
23 | وَلَدَارُ | ve yurdu |
|
24 | الْاخِرَةِ | ahiret |
|
25 | خَيْرٌ | daha iyidir |
|
26 | لِلَّذِينَ |
|
|
27 | اتَّقَوْا | korunanlar için |
|
28 | أَفَلَا |
|
|
29 | تَعْقِلُونَ | aklınızı kullanmıyor musunuz? |
|
Bu âyet-i kerîme, müşriklerin Hz. Peygamber’i kastederek, “Ona bir melek indirilseydi ya!” (En‘âm 6/8) meâlindeki sözlerine cevap olarak inmiştir. Bu ve benzeri âyetler, insanlara cin ve melek gibi insandan başka varlıklardan peygamber gönderilmediğini ifade eder. “Kişiler” diye çevirdiğimiz ve sözlükte “erkekler” mânasına gelen “ricâl” kelimesine dayanan müfessirler çoğunluğuna göre, peygamberlerin tamamı erkeklerden gönderilmiştir. Ancak bazı âlimler Hz. İbrâhim’in eşi Sâre’nin, Hz. Mûsâ’nın annesinin ve Hz. Îsâ’nın annesi Meryem’in de peygamber olduklarını iddia etmişlerdir. Zira bunlara da ya doğrudan veya melek vasıtasıyla vahyedilmiştir (krş. Âl-i İmrân 3/42; Hûd 11/71; Kasas 28/7; Tahrîm 66/11-12). İşte bu âyetlerde adı geçen kadınların peygamber olduklarına işaret bulunmakla beraber çoğunluğa göre bunlar peygamber değil, sadece faziletli hanımlardır (İbn Kesîr, IV, 346).
Müfessirler, “şehir halkı içinden” diye çevirdiğimiz min ehli’l-kurâ ifadesini dikkate alarak peygamberlerin göçebe kesimden değil, yerleşik medenî toplumlardan seçilmiş oldukları kanaatine varmışlardır (Râzî, XVIII, 226; Şevkânî, III, 69). Ehli’l-kurâ tamlamasına, “yeryüzünde yaşayan insanlar” mânası veren İbn Abbas’a göre ise bundan maksat, peygamberlerin müşriklerin istediği gibi göklerdeki varlıklardan değil, yeryüzünde yaşayan insanlardan gönderilmiş olduğunu ifade etmektir (İbn Kesîr, IV, 346).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 263
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ اِلَّا رِجَالاً نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ مِنْ اَهْلِ الْقُرٰىۜ
Cümle atıf harfi وَ ’la قُلْ هٰذِه۪ سَب۪يل۪ٓي ’ye matuftur.
مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَرْسَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir.
Muttasıl zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ قَبْلِكَ car mecruru اَرْسَلْنَا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّا hasr edatıdır. رِجَالاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
نُوح۪ٓي fiili رِجَالاً ’nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.
نُوح۪ٓي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir takdiri نحن ’dur.
اِلَيْهِمْ car mecruru نُوح۪ٓي fiiline müteallıktır.
مِنْ اَهْلِ car mecruru رِجَالاً ’nin mahzuf sıfatına müteallıktır. الْقُرٰى muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
اَفَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ
Hemze, istifhâm harfi فَ atıf harfidir.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَس۪يرُوا fiili نَ ’nun hazfiyle meczum muzari fiildir. Faili müstetir takdiri هو ’dir.
فِي الْاَرْضِ car mecruru يَس۪يرُوا fiiline müteallıktır.
يَنْظُرُوا fiili atıf harfi فَ ile makabline matuftur.
كَيْفَ istifham harfi, كَانَ ’nin mukaddem haberi olup mahallen mansubdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
عَاقِبَةُ kelimesi كَانَ ’nin muahhar ismi olarak lafzen merfûdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ قَبْلِ car mecruru mahzuf sılasıya müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَلَدَارُ الْاٰخِرَةِ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ اتَّقَوْاۜ
وَ istînafiyyedir. لَ ibtidaiyyedir. Tekid ifade eder.
دَارُ mübteda olup lafzen merfûdur. الْاٰخِرَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
خَيْرٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
خَيْرٌ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir. (Âşûr)
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir. İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh” denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَّذِين cemi müzekker has ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle birlikte خَيْرٌ ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اتَّقَوْا ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
اتَّقَوْا mahzuf elif üzere mukadder damme ile merfû mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اتَّقَوْا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اَفَلَا تَعْقِلُونَ
Cümle mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, أجهلتم فلا تعقلون şeklindedir.
Hemze istifham harfidir. فَ atıf harfidir.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
تَعْقِلُونَ fiili نَ ’nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ اِلَّا رِجَالاً نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ مِنْ اَهْلِ الْقُرٰىۜ
Ayet, istînâf olan 108. ayetteki قُلْ cümlesine matuftur. İlk cümle menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
مَٓا nefy harfi ve اِلَّا istisna harfiyle oluşmuş kasr üslubuyla, Hz. Peygamberimizden önceki peygamberlerin de onun gibi ahaliden bir erkek olduğu etkili ve kesin bir şekilde ifade edilmiştir. Kasr fiille mef’ûlü arasında, kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur. اَرْسَلْنَا, sıfat/maksûr, رِجَالاً sıfat/maksûrun aeyhtir.
Bu ayet, müşriklerin, “Allah dileseydi, melekleri indirirdi.” (Müminun Suresi, 24) sözlerini reddetmektedir. Peygamberler, kentlerin halkından gönderilmişler, çünkü kentliler, daha bilgili ve daha halim olur. Çöl halkında ise cehalet, kabalık ve sertlik vardır. (Ebüssuûd)
رِجَالاً için sıfat olan müspet muzari fiil sıygasında gelen نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ مِنْ اَهْلِ الْقُرٰىۜ cümlesi, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
رِجَالاً kelimesinin tenkiri, tazim ifade eder.
Cenab-ı Allah, “Senden evvel gönderdiklerimiz, ancak senin gibi şehirler halkından, kendilerine vahyettiğimiz adamlardı.” sözü ile “Bütün peygamberler böyle gönderilmiş olduğuna göre nasıl oluyor da onlar, Ey Muhammed senin peygamberliğin hakkında böyle bir şüpheye düşüyorlar” demek istemiştir. (Fahreddin er-Râzî)
اَفَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ
Cümle, takdiri …أمكنوا (mümkün mü?) olan mukadder cümleye فَ ile atfedilmiştir. …اَرْسَلْنَا cümlesine matuf olduğu da söylenmiştir. Haber manalı olması bu atfı, mümkün kılmıştır.
Hemze inkâri istifham harfidir. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle inkâr manası taşımaktadır. “Yeryüzünde gezmediler mi?” zahirindeki cümle “gezmemiş olmaları mümkün değildir” anlamındadır. Muhataba ikrar ettirmek amaçlıdır. İstifham anlamından çıktığı için terkip, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ
Makabline فَ ile atfedilen bu cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Meczum muzari fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formundaki terkipte takdim-tehir sanatı vardır.
كَيْفَ istifham ismi, كَانَ ’nin mukaddem haberidir. كَانَ ’nin muahhar ismi, عَاقِبَةُ ’dur. كَانَ ’nin dahil olduğu bu isim cümlesi, فَيَنْظُرُوا fiilinin mef’ûlü konumundadır.
عَاقِبَةُ için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılasının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. مِنْ قَبْلِهِمْۜ bu mahzuf habere müteallıktır.
Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri tahkir kastına matuftur.
Sübut ifade eden isim cümlesi, istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp tevbih ve tehdit manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
قَبْلِ - عَاقِبَةُ kelimelerinde tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَلَدَارُ الْاٰخِرَةِ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ اتَّقَوْاۜ
وَ istînâfiyedir. Tekid ifade eden ibtida lamının dahil olduğu cümle, faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
خَيْرٌ ’a müteallık olan mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl لِلَّذ۪ينَ ’nın sılası اتَّقَوْاۜ, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri tazim kastına matuftur.
Ayetteki farklı kişileri belirten ism-i mevsûller arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قَبْلِ kelimesinin tekrarında reddü'l-acüz ale's-sadr, الْاَرْضِ - الْاٰخِرَةِ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatları vardır.
اَفَلَا تَعْقِلُونَ
Ayetin fasılası mukadder istînâfa matuftur. Takdir şöyle olabilir: أجهلتم فلا تعقلون [Cahil mi oldunuz, o halde akletmiyorsunuz.]
Menfi muzari fiil cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkâr, taaccüp ve tevbih manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اَفَلَا تَعْقِلُونَ cümlesi çok büyük bir kınama ifadesidir. Anlam ise “Yaptığınız şeyin çirkin olduğuna akıl erdiremiyor musunuz ki bu fiillerin kötülüğü sizi onları yapmaktan alıkoymuyor? Adeta akılları örtülmüş kimseler gibisiniz. Çünkü akıl bu tür şeylerden kaçınır, bunları reddeder.” şeklindedir. (Keşşâf, Araf Suresi, 169)
Kur’an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تَعَقُّل kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise تَفَقُّه kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)