وَاصْنَعِ الْفُلْكَ بِاَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا وَلَا تُخَاطِبْن۪ي فِي الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۚ اِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاصْنَعِ | ve yap |
|
2 | الْفُلْكَ | gemiyi |
|
3 | بِأَعْيُنِنَا | bizim gözetimimiz altında |
|
4 | وَوَحْيِنَا | ve vahyimizle |
|
5 | وَلَا |
|
|
6 | تُخَاطِبْنِي | bana hitap (dua) etme |
|
7 | فِي | hakkında |
|
8 | الَّذِينَ | kimseler |
|
9 | ظَلَمُوا | zulmeden(ler) |
|
10 | إِنَّهُمْ | onlar |
|
11 | مُغْرَقُونَ | suda boğulacaklardır |
|
Hz. Nûh’un uzun süre sabır, metanet, şefkat ve merhametle kavmini dine davet etmesine rağmen çok az bir grubun dışında kimse iman etmedi. Kavmi onunla alay etmekle yetinmedi, cinnet getirmiş olduğunu ilân etti, bu da sonuç vermeyince isyan edip onu taşa tutarak öldürmekle tehdit etti (bk. Mü’minûn 23/25; Şuarâ 26/116). Çaresiz kalan Hz. Nûh, inkârcıların yok edilmesini Allah’tan niyaz etti (krş. Mü’minûn 23/26; Şuarâ 26/117-118; Nûh 71/26-27; Kamer 54/10). Yüce Allah, onun duasını kabul edip inkârcıların tamamını yok edeceğini peygamberine bildirdi (bk. Enbiyâ 21/76; Sâffât 37/75).
Allah Teâlâ, daha önce iman edenler müstesna artık bundan sonra kimsenin ona iman etmeyeceğini, kavminin geçmişte işlediği günahlara, kendisini yalancılıkla suçlamalarına, inkârcılıkta ısrarlarına ve gördüğü eziyetlere üzülmemesini emredip artık azgınların başına gelecek felâketin yaklaşmakta olduğunu haber verdi; “Haktan sapanlar için bana başvuruda bulunma! Onlar boğulacaklar!” buyurarak felâketin (tûfan) boyutlarının ne derece büyük olduğuna işaret etti.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 171
وَاصْنَعِ الْفُلْكَ بِاَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا وَلَا تُخَاطِبْن۪ي فِي الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اصْنَعِ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir.
الْفُلْكَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
بِاَعْيُنِنَا car mecruru اصْنَعِ ’deki failin mahzuf haline müteallıktır. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَحْيِنَا kelimesi atıf harfi و ’la makabline matuftur.
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تُخَاطِبْن۪ي meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir. Sonundaki نِ vikayedir Muttasıl zamir ى mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, فِي harf-i ceriyle birlikte تُخَاطِبْن۪ي fiiline müteallıktır. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri; في أمر الذين (Onların durumu hakkında) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası ظَلَمُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
ظَلَمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تُخَاطِبْن۪ي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi خطب ’dur.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُمْ muttasıl zamir اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. مُغْرَقُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ’dır. Çünkü cemi müzekker isimler harfle îrablanırlar.
مُغْرَقُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûludur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)وَاصْنَعِ الْفُلْكَ بِاَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا وَلَا تُخَاطِبْن۪ي فِي الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۚ
Önceki فَلَا تَبْتَئِسْ cümlesine matuf olan ayetin ilk cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
لَا تُخَاطِبْن۪ي فِي الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۚ cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. اصْنَعِ الْفُلْكَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.
Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’in sılası olan ظَلَمُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekküne ve istikrara işaret etmiştir.
اَعْيُنِنَا ve وَحْيِنَا izafetlerinde azamet zamirine muzâf olan اَعْيُنِ ve وَحْيِ kelimeleri, şan ve şeref kazanmıştır. Bu izafetler hal konumundadır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Bu ayette insicam sanatı vardır.
Aslında Nuh’un (as) zihninde zalimlerin başına bir bela geleceği konusunda herhangi bir şüphe yoktu; bundan emindi. Ancak Allah Teâlâ ona gemi yapmasını ve muhalifleri hakkında kendisine hitap etmemesini emrettiği zaman su olmayan yerde niçin gemi yapacağı ve kavminin başına ne geleceği konusunda onda bir merak uyandı. Yoksa Allah gökten ve yerden su mu gönderecekti? Peki, kavminin durumu ne olacaktı? İşte bu durumda Allah kavminin başına gelecek azabı اِنَّ ile tekid ederek bildirdi. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
فَاِنَّكَ بِاَعْيُنِنَا Bu bir meseldir. Seni görüyor ve gözetiyor anlamına gelmektedir. (Keşşâf, c. VI, s. 432, Tûr Suresi /48)
Zemahşerî’nin mesel olduğunu belirttiği bu ibarede Allah Teâlâ Hz. Muhammed’e (sav); ‘’Sen Bizim korumamız, gözetimimiz altındasın’’, diyerek ondan metin olmasını istiyor. Yukarıdaki ibare, birini korumak, gözetmek, ona sahip çıkmak, maddi manevi zarar görmesin diye özen göstermek gibi anlamlara gelmektedir. Göz kulak olmak, gözü gibi bakmak, sakınmak, gözünün bebeği gibi bakmak, himayesine almak manasındadır.
بِاَعْيُنِنَا [gözlerimizle] kelimesi, alet alakasıyla mecaz-ı mürsel olarak nezaretimiz, gözetimimiz anlamında kullanılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
اَعْيُنِنَا tabiri istiare olup “Emrimizle gemiyi yap, biz seni gözetip korumaktayız.” demektir. Gerçekte burada görüp gözleyen bir göz, konuşan bir dil bulunmamaktadır. Bu tabir أنا بعين الله (Ben Allah’ın gözü ileyim.) ifadesine benzer ki “Ben Allah’ın koruyup gözettiği bir konumdayım.” demektir. Yine Arapların uğurlanan bir yolcuya, veda edilen bir dosta söylediği صاحبتك عين الله (Allah’ın gözü sana sahip olsun.) sözü de bu tarz bir deyiş olup “Allah’ın gözetim ve koruması…” demektir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)
Burada وَلَا تُخَاطِبْن۪ي lafzıyla muhatabı soru sormuş gibi gösterir.
بِاَعْيُنِنَا ifadesi, ihtiyat ve itinadan bir kinayedir. İşte bundan dolayı müfessirler, bunun manasının, “Bizim, seni tıpkı, görüp ve seni kötülükleri def edebilen kimsenin koruması tarzında olan bir korumayla gemiyi yap!” şeklinde olduğunu söylemişlerdir. Netice olarak denilebilir ki: Hz. Nuh’un (as) gemiyi yapmaya yönelmesi şu iki şeye bağlanmıştır:
a. Düşmanlarının, onun o işine mani olamayışları,
b. Onun, geminin nasıl yapılacağını ve kötülüğü ve şerri kendisinden nasıl giderebileceğini bildiği
وَحْيِنَا tabiri, Allah Teâlâ’nın nasıl yapacağını vahyettiğine bir işarettir. (Fahreddin er-Râzî)
Burada gözler şeklinde أعْيُنِنا kelimesinin gelmesi iki göz yerinedir. Bu kelimede istiare vardır. (Âşûr)
اِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilen isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)